SABAH GAZETESINDEKI YAZI DIZISI HAKKINDA

M.Tevfik DORAK

 

(The following text is about a series of papers published in the Turkish newspaper SABAH. It is in Turkish; if you have any questions, please e-mail me via My Web Profile page.)

 

 

SABAH gazetesi 12-14 Mart 2005 tarihlerinde benimle internet uzerinden yapilan bir yazi dizisi yayinlamis bulunuyor. Kendilerine onemli saglik mesajlarini Turk halkina iletebilmem icin verdikleri firsattan dolayi tesekkur ediyorum. Internet baskisinda bir kac hata oldugu gordum ve bunlari burada duzeltme geregi duyuyorum. SABAH gazetesi de olgunluk gostererek 21 Mart tarihinde bir duzeltme yayinlamistir (link).

 

1. Pazar gunku bolumde demir ile kanser iliskisinin konusuldugu kisimda demirden 'antioksidan' olarak bahsedilmektedir. Benden kaynaklanan ve prova baskiyi yayindan once gorme imkani verilmedigi icin duzeltemedigim bu hatayi 'oksidan' olarak duzeltiyorum.

Demir bilinen en kuvvetli oksidan maddelerden birisi olup fazlaliginda DNA hasari yaratarak kanser riskini yukseltebilmektedir. Bu konuda en detayli calismalar Professor Richard G Stevens tarafindan yapilmis olup Genetics of Medicine - Mart 2005 sayisinda da tarafimdan ozetlenmektedir (Dorak et al, 2005). Benim konuyla baglantim ilk olarak HFE geninin losemi icin bir risk faktoru oldugunu once hipotez olarak one surmem (Bkz: Dorak et al, 1994), ardindan da gostermemle baslamistir (Bkz: Dorak et al. 1999).

 

2. Ucuncu gun, asiri cevre kirliliginin oldugu bolgelerde yasayan memeli hayvanlarin ilk cocuklarinin sutten aldiklari toksik maddeler dolayisiyla emzirme donemi sona ermeden kaybedildikleri belirtilmistir (bu konu ile ilgili referanslar icin Bkz: Childhood Cancer Epidemiology; [CTRL>F] ile dolphin icin arama yaparsaniz, direk o kisima ulasabilirsiniz). Benim verdigim metinde hic adi gecmedigi halde bir yanlislik sonucu bu iliski sanki penguenlerde gozlenmis gibi basilmistir. Penguenler bir kus turu olup, memeli degildir. Bu yuzden emzirme ve sut vermeleri soz konusu degildir. Ayrica annelerin emzirme ile omrunun uzadigi da benim kullandigim bir ifade degildir (tam metin sayfanin sonunda). Benden kaynaklanmayan bu yanlisligi burada duzeltmek isterim.

 

3. Ben henuz ne Ingiltere’de ne Turkiye’de Profesor olmus degilim. Profesor olarak tanimlanmamda benim herhangi bir rolum ve bu hatayi da yayindan once duzeltme sansim olmamistir.

 

Benim calisma alanim Genetik Epidemiyoloji olup bazi genlerin bazi hastaliklara yatkinligi arttirdigini gosteren calismalar disinda herhangi bir bulus yapmis degilim. Benimle yapilan roportajin yayin sekli boyle bir izlenim yaratmis olabilir. Neyin benim calistigim bir konu, neyin olmadigi tam belli olmayacak sekilde yayinlanmis olmasi nedeniyle, bu konulara emek vermis arastiricilarin hakki yenmis oldugundan dolayi uzgunum.

 

Ayrica yazi dizisinde konularin siralamasi benim kontrolum disinda gerceklestiginden de bazi yanlis anlamalar olabilir. Ilk gunun konusu olan melatonin ile kanser iliskisi uzerine de benim henuz herhangi bir arastirmam olmadigini vurgulamak ama meme kanserinde melatonin salgisina etkisi olabilecek enzimlerin genleri uzerine bir calismanin planlama asamasinda oldugumu belirtmek isterim. Bu konuda bilimsel referans olarak su yazilari oneririm:

- Stevens RG: Epidemiology 2005

- Fu & Lee: Nature Reviews Cancer 2003

- Hansen J: Journal of the National Cancer Institute 2001

 

Yukarda belirtilen hatalar, bilgim disinda yapilan cikarma, ekleme ve degisikliklerden dogabilecek muhtemel yanlis anlamalari duzeltmek icin ve yayin imkanindaki kisitlilik dolayisiyla hazirlamis oldugum metnin tamami kullanilmamis oldugundan bana sorulan sorulara verdigim cevaplarin tam metinlerini cevapladigim sirayla asagida yayinliyorum. Umarim yarari olur.

Ilginize tesekkur eder, elestiri, yorum ve sorularinizi beklerim.

 

SABAH gazetesine sundugum tam metin:

 

* Neden erkek çocuklarinda kanser riskinin daha çok oldugunu düsünüyorsunuz? Kiz çocuklari ile erkek çocuklari arasindaki fark ne oranda?

 

Erkek cocuklarda kanserin daha fazla goruldugu yaygin olarak gozlenmis bir bulgu. Benim konuya ilgim, yaptigim genetik calismalarda risk faktorlerini de erkek cocuklarda daha fazla gormemle basladi. Tip literaturunde de benzer bulgular oldugunu ama fazla dikkat cekmedigini farkettim. Aslinda pek cok hastalik erkeklerle kadinlar arasinda farklililk  gosteriyor ama hicbirinin sebebi tam olarak bilinmiyor. Uzerinde en cok durulan hastalik grubu otoimmun olarak tanimlanan bagisiklik sisteminin kendi vucudumuza karsi tepki gostedigi hastaliklar. Bu hastaliklar genel olarak kadinlarda daha fazla. En cok bilinen ornegi romatoid artrit. Bunun X kromozomundaki bagisiklik sistem genlerine bagli oldugu dusunuluyor. Kadinlarda iki, erkeklerde bir adet X kromozomu oldugundan genelde kadinlarin bagisiklik sisteminin daha etkin oldugu saniliyor. Her ne kadar her hucrede yine bir adet X kromozomu aktif isede bir kromozomda herhangi bir genin daha zayif bir seklini tasiyan bir kadinda baska bir hucre ayni genin daha aktif bir seklini tasiyor ise bunu telafi edebiliyor. Bunun tersini cok fazla dusunen yok ama. Erkeklerde tek bir X  kromozomu olmasi nedeniyle eger bagisiklik sistem genlerinden birisinde herhangi bir mutasyon var veya genin daha zayif calisan bir sekli var ise, bagisiklik sistemi bundan etkilenebilir diye dusunuyoruz. Bu durumda erkek cocuklar bagisiklik sistemi bakimindan kizlardan daha dezavantajli olarak doguyor ve bunun sonucu olarak ta gerek enfeksiyonlara gerekse kansere daha yatkin olabilir diue dusunuyorum. Bu konuda yapilmis hic bir calisma yok ve ben butun cocukluk cagi kanserlerini baslatan bir calisma yapmak uzere proje vermis bulunuyorum. Yeterlli destek gordugu takdirde en kisa zamanda calismalar baslayacaktir.

[Bu konuda 2004 Ulusal Hematoloji kongresinde yapmis oldugum konusmanin asli (PPT) icin link, PDF icin link]

 

* Kansere karsi kiz çocuklari daha sansliyken yas ilerledikçe bu oran bozuluyor mu?

 

Ilginc olarak hayir. Erkeklerdeki kanser oraninda yukseklik dogumda basliyor ve azalarak ta olsa omur boyu suruyor. Ancak cocukluk caginin en cok vurgulanmasinin nedeni, yetiskinlerde gorulen cinsiyete ozgu meme, rahim, yumurtalik, testis ve prostat kanseri gibi turlerin cok daha nadir olmasi ve cevresel etkenlerin asiri rol oynadigi akciger kanserinin hemen hemen gorulmemesi nedeniyle daha cok genetik etkenlerle olusan bir farklilik olmasi. Cinsiyete ozgu kanserler cikarildigi takdirde yetiskinlerde de kanser genellikle erkeklerde daha fazla. Bunu en iyi hem cocukluk hem yetiskinlerde gorulan kan ve lenf kanserlerinde goruyoruz. Zatan erkeklerde ortalama yasam suresi de daha kisa. Erkekler, hem erkek hem kadinlarda gorulen hastaliklara hem daha fazla hem daha erken yakalaniyor. Bu olaya spekulatif bir yaklasim hayvanlar alemindeki bazi gozlemlerden kaynaklaniyor. Kadinlarin her ay adet gorerek kan kaybetmeleri ve de emzirme ile sut vermeleri vucutlarinda biriken zararli maddelerden azar azar da olsa surekli olarak temizlenmelerine neden olabilir diye de dusunuluyor. Bu dusuncenin kokeninde yatan gozlem, ozellikle kutuplara yakin bolgelerde yasayan yunus, balina, fok ve kutup ayilarinda ilk cocuklarin genellikle uzun yasamamasi; yaklasik yuzde 80'i emzirme donemi sona ermeden kaybedilmesi. Bunu ilk cocuklarin annelerin yag dokusunda birikmis olan toksik maddelerin sut ile kendilerine gecmesi ile etkilenmesinden oldugu dusunuluyor. Sonraki cocuklarda boyle bir durum yok. Tabii kutup bolgelerindeki cevre kirlliligi cok asiri, bununla ilgili olsa gerek. Insanlarda bunun tam karsiligi yok ve de her ne kadar ilk cocuklarda kanser birazcik daha fazla goruluyorsa da bunun emzirme ile bir ilgisi yok ve de emzirme hatta koruyucu etki dahi gosteriyor. Fakat genelde kadin-erkek hastalik ve olum oranlarindaki farkliligin bir kismi bu olaylarla aciklanabilir gibi gorunuyor. Kadinlarin her ay kan kaybetmesinin en onemli sonucu surekli olarak demir kaybetmeleri. Demir ise cok kuvvetli bir oksidan [duzeltilmistir] oldugundan fazlaligindan korunmak genel saglik onlemleri arasinda onemli bir yere sahip.

 

* Demir fazlaligindan bahsettiniz. Yayinlarinizdan sizin demir ile de ilgili calismalariniz oldugunu biliyoruz. Demir fazlaligi ve kanser arasindaki iliskiden bahseder misiniz?

 

Burada demir fazlaligi ifadesini kullanmamiz cok onemli. Demir vucudumuzdaki pek cok olaya karisan gerekli bir metal. Ancak fazlaliginda durum degisiyor. Benim calismalarim sadece genetik duzeyde. Cocukluk cagi losemisinde vucutta demir birikimine yol acan bir gen mutasyonunun erkek cocuklarda cok fazla bulundugunu iki ayri calismada ilk gosteren kisi olarak bu konuda daha ileri calismalar yapmayi planladim. Bu gen toplumlara ozgu farkliliklar gosteren bir gen. Ismi HFE. Ornegin Turkiye'de bu mutasyonu gormuyoruz. Ancak demir metabolizmasi ile ilgili daha pek cok ve hatta daha kuvvetli etkileri olan genler var, onlara hem Turkiye'de hem Ingiltere'de bakmak uzere gerekli hazirliklari yaptik. Istanbul Universitesi Deneysel Tip Arastirmalari Merkezi ile ortak bir calisma seklinde bu konu ile ilgilenecegiz.

 

Demirin kanser ile gosterdigi iliski daha cok kanda demir duzeylerine bakan calismalarla defalarca gosterilmis durumda. Eger vucudunuzda demir gereginden fazla ise uzun vadede her turlu kanser riskinde hafif ama toplum duzeyinde onemli bir risk artisina yol aciyor. Bu etki en fazla erkekleri ve manopoz sonrasi hanimlari ilgilendiriyor. Demir vucudumuzda niye yukselir? Bu ya genetik nedenlerle olabilir, ya da cevresel etkenlere baglidir. Cevresel dedigimiz ve kontrol etmemiz mumkun olan grupta ne yedigimiz onemli. Demir en fazla kirmizi et ile alinan bir metal. Asirii et tuketenlerde ozellikle barsak kanserleri olmak uzere pek cok kanserde artis goruluyor. Bu tabii tamamen demire bagli degil ama demir de mutlaka rol oynuyor. Daha onemlisi kendi ellerimizle verdigimiz zarar. Su anda butun dunyada oldugu gibi Turkiye'de de asiri ve gereksiz miktarda vitamin tuketimi var. Ben Turkiye'de yasayip, her turlu sebze ve meyveyi geregi kadar et urunlerini alan, yeterince gunes goren bir kimsenin niye disardan ayrica vitamin haplari almasi gerektigini anlamiyorum. Ayrica topluma yerlesmis ama bilimsel temeli cok zayif olan bazi kotu aliskanliklarda olayi daha zorlastiriyor. Burada her antibiyotigin yaninda vitaminn alinhma geregi diye asli astari olmayan bir adetten bahsediyorum. Zaten gereginden fazla, uygunsuz ve duzensiz antibiyotik kullanarak yeterri kadar zarar goruyoruz bir de yaninda ille de vitamin alacagiz saplantisi toplum sagligi ve milli ekonomi acisindan kaygi verici bir durum yaratiyor (antibiyotik yaninda vitamin alinma olayi cok eski tarihlerde cok uzun sureli verem tedavileri sirasinda verilen ilaclarin noropati yapici yan etkisine karsi baslatilmis bir uygulama olup su anda hicbir uygulama alani yoktur). Peki gereksiz vitamin alinca ne oluyor? Herkesin evinde bulunan mulyivitamin ilaclarin icerigine bir bakiniz. Pek cogu  gunluk ihtiyacin tamami kadar demir kapsamakatadir. Eger yemeniz icmeniz yerinde ise, demir eksikliginiz yok ise ve erkek veya menopoz sonrasi donemde kadin iseniz aldiginiz bu demir ve ek olarak gidalarla aldiginiz demir hayatinizin kalan kisminda vucudunuzda mahsur kalacaktir. Zaten yine eski bir uygulamanin devami olarak su anda yedigimiz ekmek, misir gevregi turu 'cereal' gibi gidalar demir ile zenginlestirilmistir. Dokulen deri hucreleri ile kayiptan baska vucuttan demiri atmanin dogal bir yolu yoktur. Bu durumda karar size ait. Demirin kanser yapici etkisinin cok kuvvetli oksidan olmasi ile ilgisi var. Bu durumda bazilarimizin hem demir iceren multivitamin ilaclar hem de yarari varmis diye antioksidan ilaclar almasi cok ilginc bir tezat olusturan gayet bilincsiz bir uygulama. Zaten gorulur bir eksikligi olmayanlarda alinan vitamin ve antioksiodanlarin hic bir saglik yarari olmadigi bilimsel yontemlerle yapilan calismalarla defalarca gosterilmis durumda. Eger saglikli bir kisi iseniz, bunlarin hicbirine ihtiyaciniz yok ve de duzenli kan vererek hem kendinize hem de baskalarina hayirli bir is yapmis olursunuz. Ben sahsen senede dort defa duzenli olarak kan vermeye basladim. Bir Isvec calismasi duzenli kan verenlerde kanser oranlarinda onemli bir dusus oldugunu gostermis bulunuyor. Ayrica Isvec hukumeti dunyada ilk defa olarak gidalara ek demir eklenmesi uygulamasina da son vermis bulunuyor. Gelismis ve artik dunya savaslari sonrasi donemlere mahsus kitlik, yokluk gibi durumlarla karsilasilmayan ulkelerde boyle bir uygulamanin da artik bir yeri yok zaten. Kisacasi demir gerek genetik gerekse biyokimyasal calismalarla kansere yatkinligi arttiran bir metal olarak bilinmektedir. Eger tibbi olarak demir eksikligi gibi bir nedenle almaniz gerekmiyorsa demir ve demir iceren vitamin haplarina ihtiyaciniz yoktur. Eger vucudunuzdaki demir fazlaligini dogal yollarla atabilen bir gruba dahil degilseniz, en iyisi duzenli kan vermenizdir.

 

* Demir ile kanser iliskisinden bahsettiniz. Melatonin hormonu ile de kanser iliskisi oldugunu duyuyoruz. Saniyorum korlerde kanserin daha az gorulmesinden kaynaklanmis bir iliski, bu konu hakkinda bilgi verebilir misiniz?

 

Melatonin beyindeki pineal bezden yalnizca geceleri ve karanlikta salgilanan cok kucuk molekuler yapisi olan bir hormon. Vucudun saat ayari ile ilgili. Dikkat ederseniz 'geceleri' VE 'karanlikta' dedim, sadece gece veya sadece karanlik salgilanmasi icin yeterli degil. Melatonin ile kanser iliskisi bilimsel surecin cok iyi calistigi bir seri calisma icin de guzel bir ornek. Amerikali Profesor Richard Stevens yillar once bir hipotez one suruyor ve bunu yayinliyor. Tabii henuz deneysel veya gozlemsel verilerle desteklenmedigi icin kimse fazla dikkate almiyor. Diyor ki 500 yil oncesine kadar gunes battiginda hava kararir ve insanlar yatar uyurdu, simdi ise elektrik sayesinde butun gece her yer isil isil ve hatta bazilarimiz isik acik uyuyoruz. Modern yasam dedigimiz bu durumun melatonin yetersizligine yol acacagini ve melatoninin antioksidan etkileri nedeniyle, eksikliginde kanser riskinin artacagini one suruyor. Modern dunyada her turlu tani ve tedavi imkanlarinin yeterli olmasina ragmen kanserde azalma olmuyor ve bunun sebeplerini arstiran pek cok grup var. Demirin yanisira melatonin de bu konuda suclanan faktorlerden. One surulen hipotezin test edilme surecinde once korlerde kanser sikliginin azaldigi gozleniyor. Tabii bunun tek nedeni melatonin degil ama destekleyici bir bulgu olarak alinabilir. Takip eden calismalarda bu sefer duzenli olarak geceleri calismak zorunda olan hemsireler gibi meslek gruplarina bakiliyor ve nitekim ayri ayri calismalarda duzenli olarak gece calisan hemsirelerde meme kanserinin arttigi bulunuyor. (Bilimsel surec te bir seyi iyi dusunmus olmak yeterli olmadigi gibi, bir defa gozlemlemek de yeterli degildir. Bulgularin bagimsiz olarak tekrarlanmasi gerekir. Bu yuzden her duydugumuz her gordugumuze hemen inanmamak gerekiyor.) Bu arada suregelen deneysel calismalar melatoninin gercekten kanseri onleyici etkileri ve hucresel hasarin onariminda cok onemli rolu oldugunu, bunun yanisira bagisiklik sistemini destekleyici etkileri de oldugunu gosteriyor. Yapilan hayvan deneyleri de melatoninin kanser ile direk iliskisi oldugunu gostermistir. Ornegin, pineal bezi alinan yani melatonin yapamayan hayvanlarda kanser artiyor ama pineal bezi alinmis hayvanlara disardan melatonin verilince kanser riski normale donuyor. Yine insan calismalarinda meme kanseri ve prostat kanseri olan hastalarin melatonini yeterinden az yaptigi gosterilmistir. Kutuplara yakin yasiyan kuzey ulkesi insanlari kis aylarinda hic gunes gormediginden karanligin melatonin salgisini arttirici etkisinden en cok yararlanan kimseler. Onlarda yapilan calismalar kanser riskinin azalmis olabilecegini dusundurmektedir. Son olarak, bu sene Ocak ayinda Professor Stevens'in grubu genetik duzeyde melatonin salgisini azaltacak bir degisikligin meme kanserine yatkinligi arttirdigini yayinlamistir. Bazi kucuk calismalar da kanser tedavisinde melatoninin yarari olabilecegini gostermise de bu konuda henuz tutarli bir sonuca ulasilmamis olup daha genis kapsamli ve kontrollu calismalar henuz tamamlanmamistir. Bu yuzden melatoninin kanser tedavisinde kullanimi yaygin bir uygulama olmayip yalnizca deneysel amacla yapilmaktadir. Butun bu gozlemler bir araya getirilince biyolojik duzeyde de anlamliligi olan bir sonuc cikariyor. Gercekten melatonin kanser ile iliski gosteriyor olabilir. Ilginc olan bu gozlemlerin cok iyi bilinen bir gercegi vurguluyor olmasi: vucudumuzun yeteri kadar kendini koruma mekanizmasi var olup onemli olan bu mekanizmalarin calismasina engel olmamak ve aksine bu mekanizmalari destekleyici davranis bicimlerini gelistirmek. Ornegin duzenli olarak geceleri vakitlice yatip uyumamiz vucudun kendini onarmasi icin yapabilecegimiz en guzel hareket. Bu olay duzenli olarak arabamizi bakima goturmemiz gibi bir sey. Aksamlari cok gec kalmadan tam karanlikta yatip uyusak vucudumuza en yararli islemi yapmis oluruz. Eskilerin dedigi gibi erken yatip erken kalkmak disardan melatonin almaya veya antioksidan almaya gerek birakmayacak bir durum. Bu tur mekanizmalara demir gibi maddelerle zarar vermemek, ve melatonin salgisini azaltacak davranislardan (ornegin, geceleri gec saatlere kadar yatmamak, isik acik yatmak gibi) kacinmak hic bir farmakolojik onleme basvurmadan vucudumuza destek olmak icin akla gelen bazi basit tedbirler. Melatonin ozellikle Amerika'da ilac olaran bulunan ve de en cok 'jetlag' icin kullanilan bir madde. Bilincsiz ve duzensiz kullanimi hic bir sekilde tavsiye edilmiyor. Nedeni sadece geceleri yukselen bir hormon olmasi nedeniyle yuksek olmamasi gereken gunduz saatlerinde kan duzeylerini yukseltecek sekilde ilac aliminin yarar yerine zarar verebilecek olmasi. Ayrica disardan alininca hangi dozda alinacagi belirlenmis bir sey degil. Yarari olan bir seyi fazla almak zarar yaratabilecegi icin kacinilmasi ama dogal yollarla vucudun kendi salgisini arrtiracak davranis kaliplarina gecilmesi daha uygun. Gidalardan visne, lahana ve badem findik turu besinler melatoninden zengin. Ayrica papatya cayi ve St John's Wort diye bilinen bitkisel urunler de melatoninden zengin. Bu tur gidalarin aksam saatlerinde alinmasi gunduz alinmasindan daha uygun olabilir ama bu konuda da kesin bir sey soylemek icin biraz erken.

 

* Neden tekrarlayan düsüklerden sonra dogan erkek bebeklerde kanser riskinin fazla oldugunu düsünüyorsunuz? Tabiat sizce seçilmis bebege bir tepki mi veriyor?

 

Hicbir canli dogum olmaksizin uc veya daha fazla ardi ardina dusuk olayini takipeden bir canli dogum gerceklesirse bu bebeklerde losemi riskinin biraz artmis oldugu biliniyor. Riskin artmis olmasindan kasit ille de losemi olacak demek degil. Normalde diyelim ki yuzde bir olan riskin yuzde ikiye cikmasi gibi birsey. Bunun yanisira dusuk tehdidi gecirip canli dogan bebeklerde de riskte bir artis soz konusu. Bunun niye oldugunu henuz bilmiyoruz. Bir diger gozlem de gerek tekrarlayan dusukleri olan, gerekse losemili cocuga sahip ailelerde anne ile babanin doku tiplerinin benzer olmasi. Ornegin ayni kan grubuna sahip olmak gibi bir durum. Anne ve babanin doku tiplerinin benzer olmasi, cocukta hem anne hem babadan ayni doku tiplerini alma gibi bir durum yaratiyor. Bu da tabiatin arzuladigi genetik cesitlilik yaratma prensibine aykiri. Bitkilerde, mantarlarda ve bazi omurgasiz hayvanlarda bu olayi onleyecek mekanizmalar var, insanlarda ise henuz bu gosterilmemis durumda. Benim one surdugum gorus ise insanda doiku tiplerini kodlayan ve dolayisiyla bagisiklik sisteminin calismasini duzenleyen ve nakil sonrasi doku reddinde en onemli rolu oynayan genlerin ayni zamanda genetik bakimdan toplumun cesitliligini arttirmayacak embriyolarin da reddinde rol oynuyor olmasi. Ayni olay fare ve sicanlarda da deneysel olarak gosterilmis bulunuyor. Benim de 415 yenidogan uzerinde yaptigim bir calisma var. Burada kiz ve erkek yenidoganlarin gobek kordonu kanlarindan DNA elde edip doku tiplerina baktik (yani bebeklerden bu calisma icin kan almadik). Kiz ve erkek cocuklarin karsilastirilmasi sonucu anne ve babadan ayni tipleri alan bebeklerde bir eksilme gorduk, yani bunlar daha dogmadan kaybedilmis. Bu gozlem sadece erkek cocuklara mahsustu. Ilginc olani da bu tur doku tiplerinin losemili cocuklarda da bir artis gostermis olmasi ve bu olayin da yine yalnizca erkek cocuklarda gorulmesi. Daha once konsutugumuz gibi losemiler erkek cocuklarda zaten daha fazla goruluyor. Bir nedeni de bu olay olabilir. Boylece gozlemlere dayanan bir bulguya deneysel olarak genetik duzeyde de bir ortak taban gostermis olduk. Fakat bu gozlemin de yaygin kabul gormesi ve kullanim alani bulmasi icin daha baska arastiricilar tarafindan da test edilmesi ve aynisinin bulunmasi gerekiyor. Henuz bunu yapan olmadi.

 

Burada bir soru akla geliyor. Eger embriyolarda boyle bir secim soz konusu ise bu matematiksel olarak buyuk bir kayba yol acmaz mi? Acardi ama genellikle gozden kacan cok onemli baska bir konu daha var. Eger gebeligin en basinda olusacak olan embriyolarin cinsiyetlerine bakabilsek cok ilginc bir durumla karsilasacaktik. Indirek yontemlerle yapilan tahminlere gore gebeligin baslangicinda her 100 kiz bebek adayina karsi 120 ile 165 arasinda erkek bebek adayi ile yola cikiliyor. Anne karninda yasanan dokuz ay boyunce turlu cesitli nedenlerle bir hayli kayip oluyor. Bunlarin bir kismi tabiatin kurdugu mekanizmalarla yapilan kalite kontrollerine bagli. Sonucta her 100 kiz bebege karsilik 106 erkek bebek yolun sonuna ulasabiliyor ve doguyor. Bu da bize zaten doku tiplerini filan da isin icine karistirmadan erkek bebeklerin cok ciddi bir secimden gectiklerini gosteriyor. Dolayisiyla dogum oncesi erkek embriyolarin asiri derecede kaybi dogan bebeklerde herhangi bir eksiklige yol acmiyor cunki yolun basinda zaten bir erkek fazlaligi var (burada ilgi cekici bir evrimsel mekanizma rol oynuyor. Erkeklerin kalite kontrolunden gecmesi on plana alinmis durumda. Bunun nedeni dogumdan sonra es seciminin kadinlar tarafindan yapilacak olmasi. Kulturel nedenlerle insanlarda farklilasmis bir durum olabilir ama tabiatta kadinlar secicidir. Cennet kuslarina ve tavus kuslarina bakiniz, erkekler ne kadar suslu puslu iken kadinlar kucucuk ve adeta bakimsizdir. Sadece kuslarda degil, erkek balik, geyik ve foklarda da aynisini goreceksiniz). Dusuklerle losemi arasindaki baglantinin temelinde ayni ailede ortaklasa artis gostermeleri, genetik duzeyde ayni risk faktorlerine sahip olmalari ve her iki olayin da erkek cocuklari daha fazla etkilemesi yatiyor. Doku tiplerinin bazi tipleri ve bu tiplerin aynisini hem anne hem babadan almis olmak erkek bebeklerde dogum oncesi secim icin bir kriter olarak kullanilirken, bu secimi atlatan erkek bebekler dogum sonrasinda da losemi tehdidi altinda kalabiliyor ve gecikme ile de olsa yine ayni karsi secime maruz kalabiliyor. Su anda genetik dunyasi daha cok klonlama ve genetik muhendisligi ile ilgilendigi icin bu tip klasik genetik calismalarina verilen agirligin azalmis olmasi olayin kesin bir sonuca ulasmasini cok yavaslattigindan hizli bir ilerleme saglamak zorlasti. Bu calismalari yapmak icin proje verip grant almak eskisinden de zor. Er veya gec konunun tan aydinliga kavusacagi ve bir gun bu tur tiplendirmelerin klinikte de onceden onlem alici calismalarda kullanilacagini umid ediyorum.

 

* Son arastirmalariniz ne üzerine?

 

Su anda cocukluk cagi kanserlerde demir metabolizmasi genleri, X kromozom ve doku tipleri genlerinin risk uzerine oynadiklari rollerin yanisira, ailede dusuk hikayesi olmasinin sadece losemi degil baska hangi cocukluk cagi kanserlerine de risk olusturup olusturmadigini inceliyorum. Ilk sonuclara gore losemi en onemli tur ve de sanki erkek cocuklarda risk biraz daha fazla gibi. Ayrica dogum agirliginin da risk uzerine etkileri oldugu biliniyor ve ilk defa olarak dusukler, dogum agirligi ve cinsiyetin etkilerini ayni calismada ve butun cocukluk cagi kanserlerinde bakiyorum. Bilimsel surecin kurallarina uydugunuz takdirde yaptiginiz arastirma cok uzun zaman alan bir olay. Durum iki kere iki dort eder kadar basit degil. Butun veriler su anda elimde oldugu halde yapilan analizlerde ve varilan sonuclarda cok dikkatli olmak gerekiyor. Her turlu alternatif aciklamalari goz onune alip muhtemel yanlis anlamalari gidermeniz, varacaginiz sonucun ertesi gun baska bir acidan baktiginiz takdirde degismeyeceginden emin olmaniz su anda bilinen diger bulgularla uyum icinde oldugunu gostermeniz, sunum yapacaginiz uluslararasi bilimsel kongrelerde kabul gorecek sekilde hazirlanmis olmaniz ve son urununuz olan yazinizin uluslararasi hakemli dergilerde cok titiz incelemeleri takiben yayinlanabilecegi bir sekilde sunmaniz gerekiyor. Yoksa ben size su anda bir suru bulgu verebilir bunu zamaninda baskalarinin yaptigi gibi bu islerden anlayan uzmanlarin bir araya geldigi uluslararasi toplantilarda degil de TRT haber bulteninde de konusabilirim. Kendi bulgularimi sunarken cok tedbirli konusmamin nedeni bu prensiplerdir.

 

Cocukluk cagi kanserlerinin yanisira bir de meme kanseri uzerine bir projem var. Buradaki hipotez de bir bobrekustu bezi hormonunun meme kanseri olusumunda rol oynuyor olabilmesi. Bu hormonun kan duzeyleri, meme kanseri riski ile ilginc bir iliski gosteriyor. Fazlaligi menopoz oncesi donemde koruyucu iken, menopoz sonrasi donemde riski arttiriyor. Bunun nedeni olarak da menopoz oncesi donemde ostrojen varliginda kendi etkisini gostererek kanserden koruyucu olmasi ama menopoz sonrasi ostrojen azaldigi zaman ostrojene donuserek meme kanseri riskini arttirmasi dusunuluyor (ornegin yuksek ostrojen iceren menopoz tedavilerinde de ayni risk artisi soz konusu olabiliyor). Bu kan duzeylerine bakilarak defalarca gosterilmis olan bir iliski. Bunun genetik temeline bakan olmamis cunki bu hormon bir steroid hormon, yani protein degil dolayisiyla bir geni yok. Ben bu hormonun sentezinde rol oynayan bir enzimin genindeki degisikliklerin hormon duzeylerine etkili olabilecegini dusunerek bu konuda bazi pilot calismalar baslattim su anda da daha kapsamli proje grantlari veriyorum. Eger bu iliskinin genetik temelini gosterebilirsek, elimize cok onemli bir risk profili olusturma imkani gececek. Bu hormon dogumdan once de bebekte yapilan ve ostrojene cevrilebilen bir hormon. Dolayisiyla meme kanseri riskinin daha dogum oncesinde belirlenmesinde rol oynuyor olabilir ve aile icinde sikliginda artisa da katkida bulunuyor olabilir. Onumuzdeki yillarda bu konuda gelismeler elde etmeyi bekliyorum.

 

* Kanserden yasamsal önlemlerle korunmak mümkün mü?

 

Kanser icin koruyucu rolu oldugu bilinen cesitli faktorler var. Bunlarin tamami ayri bir kitap konusu olacak kadar genis bir konu. Ben size uygulamasi kolay ve etkinligi yuksek olan birkac genel onlemden bahsedeyim. Daha once de belirttigim bir prensibe dayanarak vucudun kendini koruma ve onarma mekanizmalarini destekleyen ve bu mekanizmalara zarar vermeyecek her davranis olumlu bir adim. Bunlarin en basinda sigara denilen illet geliyor. Dunyada son yuzyildaki butun toplu katliamlar, dunya savaslari ve atom bombalari ile olusan kayiplari bir araya koyun, sigaranin oldurdugu insan sayisini gecmiyor. Bu kadar korkunc etkileri gozle gorulen hemen hemen her ailenin yasayarak sonuclarini yakindan bildigi bir caniyi nasil hala ellerimizde tutabiliyoruz? Bu mantikla aciklanabilecek bir konu degil ama farmakolojik bagimlilik denilen olay aciklayabiliyor. Olayi morfin bagimliligi gibi gormeye calisirsaniz nicin sigara icen insanlarin zararini bile bile onu hala bir zevk olarak gordugunu belki anlayabilirsiniz. Bunu birakmamak icin hicbir gecerli mazaret yok ve de gerekli tibbi ve psikolojik tedavi ile de kurtulmak mumkun. Bir gun daha bosa gecirmeden ve de cok gec olmadan butun sigara icenleri ne yaptiklarinin farkina varmaya davet ediyorum. Atin olumu arpadan olsun, sigara icenler olmuyor mu filan gibi yorumlari olanlara sozum, doktorlar olarak bizlerin gorduklerini, o son pismanliklari yasamayi beklememeleridir. Ben sigara omrunuzu kisaltiyor, yapmayin etmeyin demiyorum. Uc-bes sene kisa yasamak o kadar da kotu bir sey degil ama yasadiginiz surece hayatinizin kalitesi ve olum sekliniz akliniza gelsin.

 

Sigaranin ardindan biraz da alkol uzerinde duralim. Bu konu sigara kadar tartismasiz degil. Olculu icilen alkolun zarari olmayabilecegi hatta faydasi olabileceginden bahsedildigini duymus olabilirsiniz. Ancak bu kanser ile iliskili degil. Alkolun koruyucu etkisi, o da eger gercekten varsa, kan lipid profili uzerine olan etkisinden kaynaklanan damar sertligi turunden hastaliklarla ilgili. Hic kimse de bu bahaneyle alkol almaya baslamasin. Eger ille de icecekseniz, o zaman ya kirmizi sarap ya da siyah bira icerseniz hic olmazsa gosterebilecegi yararin en fazlasini alirsiniz. Ama olay kanser konusu olunca fazlasi kesinlikle zararli, azinin da koruyucu etkisi filan yok.

 

Sigara ve alkol kadar onemli bir konu da yeme ve icme aliskanliklarimiz. Millet olarak yemeyi seviyoruz ve can bogazdan gelir diye de bir sozumuz var. Uzulerek belirteyim ki bunun dogrusu can bogazdan gider olmali. Saglikli yasamayi ve uzun yasamayi garanti etmenin en guvenli yolu kalori kisitlamasidir. Sayisiz hayvan deneyleri (sineklerden, farelere ve de maymunlara kadar), kalori alimi kisitlanan hayvanlarin en uzun ve saglikli yasadigini gostermeye devam ediyor ve bunun bazi biyokimyasal nedenleri de anlasilmaya baslandi. Yurdumuzu ziyarete gelen yabanci turistlere bakiniz. Ne kadar yasli ve saglikli olduklarini goreceksiniz, hepsi de gayet zayif insanlar. Bizim ise ortalama yasam suremiz gelismis Avrupa ulkelerinden 10-15 yil daha kisa ve de yaslilik sinirina gelip de yolculuk edebilenlerimiz cok az sayida. Genelde kalori kisitlamasi her turlu saglik sorunundan korunmada cok onemli ama kanserde de ozellikle rol sahibi. Ornegin hanimlarin korkulu ruyasi olan meme kanseri asiri beslenme ve bunun sonucu sismanlik ile direk bir iliski gosteriyor. Tabii sismanlik yaninda fiziksel aktivite azligini da getiriyor, bu da ayri bir risk faktoru. Asiri yagli beslenme yine meme kanseri ve barsak kanserlerinde cok iyi taninmis bir risk faktoru. Posasiz beslenme de ayni sekilde. Kalitsal olarak edindigimz risk faktorlerini bilsek dahi o konuda fazla bir sey yapmamiz mumkun degil ama bu tur konular tamamen bizim elimizde. O halde mumkun oldugunca az yemeye, ozellikle yagdan fakir beslenmeye, kalorisi azaltilmis gidalar ornegin diyet icecekler tercih etmeye ve de posadan zengin gidalara yonelmeye calismaliyiz. Posanin en guzel kaynagi meyve ve sebzeler. Ayrica icerdikleri dogal antioksiodan maddeler dolayisiyla da gunde en az bes porsiyon sebze ve meyve almamiz gerekiyor. Bizde eksikligi olan bir sey degil. Hem posa, hem de antioksidan bakimindan en yararli olan grup turuncgiller grubundan mandalin, portakal turu meyveler, elma ve badem, ceviz, findik ve fistik. Yemek aralarindaki atistirmalarimizda bu gibi gidalari tercih edersek cok yararli bir sey yapmis oluruz. Son yillarda domatesteki lycopene denilen maddenin de kanserden koruyucu etkisi oldugu ortaya cikti. Caydaki polifenoller, soya ve turuncgillerdeki flavonoidler, kakaodaki siyanidin kanserden koruyucu etkisi olan ve antioksidan etkili maddelere ornekler. Bunlar yararli ve vucudun kendi korunma mekanizmalarina destek veren gidalar. Bir de zararindan dolayi kacinmamiz gerekenler var. Bunlarin basinda kirmizi et geliyor. Yag icerigi, kizartma ve kebaplarda olusan heterosiklik aminler (HCA) ve cok pismis etlerdeki polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH), ayrica islenmis et urunlerine eklenen koruyucu maddeler (sodyum nitrit gibi) asiri miktarda alindiginda kansere yol acmakla suclanan unsurlar. Bunlardan mumkun oldugunca kacinmak, kacinamiyorsak miktarini azaltmak, eger ille de yiyeceksek yaninda bu zararli maddelerin etkilerini giderecek cay, portakal suyu gibi icecekler veya taze sebze ve meyveler almak onerilebilir. Tabii kirmizi etin demirden zengin oldugunu da hatirlatayim.

 

Erkeklerde ve menopoz sonrasi hanimlarda alinan demirin vucutta birikecegi ve oksidan etkileri dolayisiyla kanser riskini arttirabilecegini soylemistim. Demirden zengin et urunlerinde olcuyu kacirmamak bu yuzden de onemli. Diger bir davranissal onlem, herhangi bir tibbi sakincasi olmadigi takdirde duzenli olarak kan vermemiz. Yapilan calismalar duzenli kan vericilerinde kanser sikliginin azaldigini gosteriyor. Tabii bunun baska nedenleri de olabilir, ornegin duzenli kan verenler kendilerine her konuda daha iyi bakan kimseler olabilir ama yine de duzenli kan vermekle vucuttaki fazla demiri uzaklastirmamiz onemli gorunuyor.

 

Yine daha once bahsetmis oldugum melatoninin kanseri koruyucu etkisini maksimize etmek icin uyku duzenimizi korumamiz ve karanlikta uyumamizin da onemini hatirlatayim. Ayrica aksam saatlerinde melatoninden zengin gidalari almamizin da yarari olabilir diye dusunuyorum. Bunlar arasinda da lahana, visne ve papatya cayi basta geliyor.

 

Son olarak cok onemli olan ama cok da ihmal edilen bir konuya deginmek istiyorum: hava kirliligi. Ama disardaki degil evlerimizin icindeki hava kirliligine deginmek istiyorum. Yurdumuzun buyuk kismi iliman bir iklime sahip oldugu halde, ornegin Antalya’da, halkimizda anormal bir usume korkusu var. Bunun baslica sebebi de usutme denilen bir hastaliktan cekiniliyor olmasi. Bu yuzden evlerimizin havalandirilmasi inanilmaz bir sekilde ihmal ediliyor. Birincisi usutme diye bir hastalik yoktur. Ben ne tip egitimim sirasinda, ne ic hastaliklari uzmanlik egitimim sirasinda, ne daha sonraki meslek ve arastirma hayatimda boyle bir hastaliktan bahseden bir bilimsel kaynak gormedim. Buna ragmen, doktorlarimiz da dahil, herkesin agzinda bir usutme sozu gidiyor ve de usutmemek icin evlere girip, kapiyi pencereyi kapatip oturuyoruz. Soludugumuz havanin kalitesi vucudumuzun butun fonksiyonlarina etkili. Kanserin, ozellikle cocukluk cagi kanserlerinin, evlerin icindeki hava kirlilik orani ile cok ilgisi var. En cok da soba yakilan ve sigara icilen evlerde bu konunun onemini vurgulamak isterim. Usutme tabir edilen hastalik viruslar ile olusan bir enfeksiyondur. Bu tur enfeksiyonlar kis aylarinda daha kolay olustugundan soguk ile iliskili gibi gorunmektedir. Halbuki bahar ve yaz aylarinda da soguk alginligi gecirebiliyoruz veya kisin evden hic cikmasak dahi ev halkindan birisi eve virusu tasirsa yine soguk alginligi olabiliyoruz. Aklimizdan su usutme korkusunu atmali ve evlerimizin icindeki hava kalitesini arttirmak uzere havalandirmayi ihmal etmemeliyiz. Ozellikle cocuklu evlerde bu uygulama ile hicbir zarar degil pek cok yarar elde edeceginizden emin olabilirsiniz. Ben gezdigim gordugum ve yasadigim kuzey ulkelerinde evlerin pencerelerini Antalya’daki evlerden daha fazla acik goruyorum.

Herkese sigara ve her turlu cevre kirliliginden arinmis saglikli gunler dilerim.

 

 

Bir de ek olarak akla gelebilir diye su soruya cevap vermistim:

* Diyet iceceklerde kullanilan tatlandiricilarin da kansere yol actigi one suruluyor, bu konuyu da aciklayabilir misiniz?

 

Evet one suruluyor ama kimin one surdugu belli degil. Bu olay 1995'den beri dunya turuna devam eden e-maillerle ortaya atilmis olan bir sey. Kimin yazdigi bile belli degil, neye dayandigi hic belli degil. Bu uydurma e-mail silsilesi ve bazi asiriya kacan hayvan deneylerinin sonuclarinin yanlis sunumu yuzunden herkesin akli karisti. Bu konuda Amerikan Ulusal Kanser Kurumunun websayfasinda cok aciklayici bir duyuru var. Su anda ozellikle diyet iceceklerde kullanilan tatlandiricilarin hic bir bilinen yan etkisi yok. Butun tatlandiricilar diger ilaclar gibi Amerikan Gida ve Ilac Dairesinin kontrolu altinda ve onlarin ruhsati ile uretilip pazarlanan maddeler. Dolayisiyla herhangi bir zarari olup da gozden kacmis filan da degil. Bu konuda yapilmis bilimsel calismalarin sayisi hergun daha da artiyor. En son olarak dunyanin onde gelen tip dergilerinden British Medical Journal gecen yil Ekim ayinda bu konuda gayet kapsamli bir derleme yayinladi ve butun rivayetleri unutmamizi onerdi. Yetiskinler icin gunluk en yuksek doz olan kilogram basina 40 mg aspartamin (ki gunde 10 kutu diyet icecege karsilik geliyor) 25 katini maymunlara verdiklerinde bazi davranis bozukluklari ortaya cikabiliyor, bunda sasacak bir sey yok. Ayni oranda tuz veya seker bile versek hayvanin olumune yol acardik. Sadece fenilketonuri hastaligi olanlarin aspartam iceren tatlandiricilardan kesinlikle kacinmasi disinda herhangi bir tedbir almamiz gerekmiyor, kansere neden olma gibi bir tehlike de su andaki bilgilerimize gore soz konusu degil.

[Ayrica bkz: http://www.dorak.info/mtd/aspartame.html]

 

M.Tevfik DORAK

21 Mart 2005

Ilk yayinlama: 14 Mart 2005, Pazartesi - 12:05 p.m. (TSI)